19 Şubat 2022 Cumartesi

ÖLÜM DENEN ŞEY

 


İnsanlar anlamıyor. Ölümden bilinçsizce korkup, kaçıştıkları için tüm bu kaosa yol açtıklarını.

Anlayabilmek için de zeka gerekiyor, ama insanlar bunu bile anlayamıyor.

Korktukları şeyin en yakınında yaşadıkları için tüm bu nefret ve kin doğuyor, bilinmiyor. Kendi varlıklarının anlamsızlığını reddetmek uğruna tüm bu ırkçılık, ayrımcılık, açgözlülük ve paylaşma korkusu...

Ölüm var. Eninde sonunda gebereceğiz.

Ölmek vardır. Devasadır. Varlığı öyle büyüktür ve insan ahlakını öyle korkutur ki her şey konusunda ayrılığa düşen insanlar bir tek cenazelerde birleşir.

Aşk kime göre vardır; kime göre yoktur. Çünkü gereği tartışılabilir, olsa da olmasa da onsuz yaşanabilir.

Kimine göre bir yaratıcı vardır ve insan bir anlam uğruna yaratılmıştır, kesinlikle o anlam uğruna ibadet etmelidir; kimine göre de yaratıcı yoktur, insan kendiliğinden varolmuş ve tanrı olsun olmasın hali hazırda yaşayabiliyordur. Çünkü varlığına inanan da inanmayan da aslında bu dünyada yaşıyordur.

Sanat mantıklıdır, gereklidir; mantıksızdır, hiçbir anlamı yoktur ve karın doyurmuyordur, sonuçta onsuz da hayat idame ediliyordur.

Akıl lazımdır; ya da değildir, aklı olmayanlar bazen daha şanslıdır, hatta çoğu akıllıdan daha uzun yaşayabilir.

Kadın, çocuk doğurmak için yaratılmıştır; ya da öyle değildir, sonuçta çocuğu olmayan kadınlar da vardır ama doğurmayınca erkeğe dönüşen bir kadın elbette ki yoktur.

Erkek her şeyden üstündür ve bu sebeple hükmetmek için yaratılmıştır; ya da bu sadece bir yanılgıdır, eninde sonunda o da ölür.

Ölüm vardır, ya da’sı yoktur. Çünkü herkes ölür. Ölümsüzler yalnızca insanların göremeyip erişemediği göklerde ya da efsanelerde vardır o kadar.

İnsanlar her konuda tartışabilir, mutlaka kendi varlığını üstün kılmak uğruna bir fikrin ya da bir kişinin, dinin, olgunun, bilimin, sanatın ya da varlığın altında baskılanmayı kabul edemez. Bu yüzden ispatı olsun olmasın her konu hakkında bir zıt fikir çıkarıp onu ölümüne savunabilir. Her fikrin varlığı bir miktar sorgulanacak ölçüde şeffaftır ama ölüm öyle değildir.

Dünya ölümün kucağına doğmuştur, ölüm simsiyah ve her şeyden fazla yoğun hissettirecek kadar gerçektir, buna rağmen soyuttur. Ama aptallar dahi onun varlığını reddedemez. Sonuçta insan, doğuştan onun varlığını sezer ama farkedemez. Farketmek, bir ölüme şahit olmakla başlar. İnsan farkeder ama bu sefer de kaçmaya başlar.

Ölümün devasa varlığı altında ezilmiş insan varlığının verdiği acizlik ve değersizlik hissi insanı yeni manalar aramaya iter. Yaşamak için ve mana buldukça kendi varlığını yüceltebilmek için.

İnsan savaşır.

Ölümün altında ezik kalmış kendi varlığını yüceltebileceğini düşündüğü her şeyi elde etmeye çalışır. Elde etmek için karşısına çıktığını “düşündüğü” zorlukları “alt eder”. Halbuki dünyadaki diğer her şey gibi eşit var olma hakkı taşıyan öteki canlı/cansızların, kendi varlığını yüceltmek adına var olma hakkını çalıverir.

Yaptığı hırsızlığa ve dünyanın düzenine soktuğu adaletsizliğe vicdanının sesini bastıracak “kılıflar” üretir. Aslında yalan söyler. Ağaçları kestik çünkü varlıklarının hiçbir anlamı yok. Kendi yaşam pahamıza fethettiğimiz her topraktaki canlıları öldürdük çünkü biz daha üstünüz. Her şey bizim için yaratıldı. Biz insanız, onlar sadece besin.

İnsan elde ettiği hiçbir şeyle yetinip durmamıştır. Otları kestikten sonra hayvanları, hayvanları kestikten sonra insanları öldürmeye başlamıştır. O ırkı öldürdük çünkü bizim ırkımız onlardan yüksek. Fethetmek için öldürdük. Dünyaya sahip olmak kaderimizde var. Seçilmiş ırkız. Hükmetmek için doğduk.

Varlığını yüceltmek uğruna otları kesen, hayvanları öldüren, kendi türüne hükmeden insan, kendi varlığını tamamlayamadığı için aslında tüm dünyaya sahip olsa bile durmaz. Aslında duramaz hale gelir ama tıpkı ölümün varlığından kaçmak için tüm bunları yaptığını fark edemediği gibi amacı kalmadığı halde duramadığını da farkedemez.

Bir döngü başlar.

Başka insanların boyunduruğu altında ezilmeyi reddeden diğer insanlar döngüye intikam adını verir. İntikam, hükmetme ile birlikte tüm insanlığı öldürmeye başlar. Kim kimi neden öldürüyor? Asıl fikir nedir? Sadece kaderimizde olduğu için mi ölüyoruz, yoksa sırf insanlar istedi diye mi?

Ölüm döngüden sonra karmaşık bir hale gelir. Artık insanlar neden öldüklerini bile anlayamayacak hale gelir. Başta neyden kaçmak için öldürmeye başladıklarını unutuverirler.

İnsan, ölümü öyle karmaşık hale getirir ki onun bile gerçekte ne olduğunu unutur hale gelir. Ölüm, korkulup kaçılan bir şey olmaktan çıkar, insanların toplu ya da kişisel sebeplerinin elinde ucu sivri bir orak gibi sadece bir alete dönüşüverir.

Oysa başından beri ölümün manasını kavrayamadığı için bu kadar karmaşıklaşmıştır.

Ölüm aslında ne güzel şeydir.

Cehalet içinde bilmediği bir dünyaya fırlatılan insanı yaşamaya itmek için bir sebeptir. Sonsuza kadar süren bir yaşamın anlamsızlığını yok etmek için doğmuş bir oraktır o. Kendi kocaman varlığı altında insanın varlığını anlamsız kılmak için değil, insanın yaşamını anlamlı kılmak için vardır.

Ama,

İnsan öyle bir cahildir ki, o orağı sadece başka canlıları öldürmek için yaratılmış bir alet sanar. Öldürdükçe ve etrafındaki canlılığı katlettikçe kendi varlığını içi boş, sadece yaşamak için yaşanılan bir çöpe çevirir.

Neyse, ölüm ölüm diyip de ölümü erkenden başımıza getirmeyelim. İyi günler.

19.02.21 -x portrait


26 Eylül 2021 Pazar

 


TAMAMLAMAK.

İnsanların neredeyse tamamına yakını, “medeni” niye nitelendirilen bir çağda tamamlanmak niyetiyle üretiliyor. Daha başında doğarken, ailelerin gerçekleşmemiş maddi manevi kazançlarını “tamamlarız” umuduyla doğuruluyoruz. Onların olmadığı kişiler olabilmek için okutuluyoruz. Onların elde edemediği kazançlar için koşuşturuyoruz.

Çok zehirli kısır bir döngü.

Bu yazıyı yazabilmek için yazının yazılabileceği iyi bir ortam olmak zorunda. Soğuk ise yeterince ısıtılmalı. Masa, dikkat dağıtan her türlü kir ve nesneden arındırılmalı. Sanki ruhumuza ilham verecek diye, etraftaki her şey estetik olmalı. Bir yazarın yazıyı yazdığı ortam ne kadar havalıysa ona o kadar benzemeli. Yazarlar ne kadar güzel ve hoş yazıyorsa o kadar hoş olmalı. Ama sonuç tüm bu estetik kaygılara hizmet edebiliyor mu peki?

Yazının yazıldığı ortam ne kadar güzel ve düzene uygunsa, yazım ne kadar güzel ve hoş duruyorsa, uzaktan sayfaya bakıldığı zaman ne kadar özenilesi görülüyorsa yakına gelip yazının kendisini okuduğumuz zaman da o kadar güzel ve manalı duruyor mu? Yazının içindekiler kıymetli mi? Bir şaheser mi?

Değil.

Estetik ve değer yargılarıyla korka korka yetiştirilmiş hiçbir şeyin özü o kadar güzel değil. Bir insan ne kadar dışarıdan bakınca hayran olunası bir evlat yetiştirmeye gayret ediyorsa içini de o kadar boş bırakıyor.


Oscar Wilde.

Doğumundan ölümüne kadar, olmadığı birisi olarak yaşamaya zorlanmış “sosyal bir suçlu”.

Herkesin kabul ettiği, azınlığın ise reddedildiği değer yargılar o zamanın estetiğiydi. Kadın sadece anne olabilirdi. Erkek sadece adam olabilirdi. Kadın sadece erkeği, erkek sadece kadını sevebilirdi. Sosyal yaşamda sadece erkek vardı, erkekler konuşur onların sözü geçerdi ama sıra aşk yaşamına gelince ortaya “kadın” diye bir gereklilik çıkıyordu. O zamanın ahlaki kuralları işte bunlardı. Ama kadının kadını sevdiği, erkeğin de erkeği sevdiği bir dünya yoktu, bu estetik değil çirkinlikti. Çirkin şeyler ise ahlaksızlıktı.

Zeki birisiydi. Uğradığı baskıların farkındaydı ve tekdüze bir sevgi sistemine karşıydı. Ona göre sevginin bir sistemi olamazdı, o bir sanattı.

Oscar Wilde, viktoryen dönem ahlakının sorumluluklarıyla, hep ailesi ve çevresi tarafından olması gereken “erkek” figürüne “tamamlanmak” fikriyle yetiştirildi. Toplumum tüm bu estetik cinsiyet kaygılarını farketmeden ruhuna işleyerek büyüdü ve biçimlendi. Eserlerindeki hayatların temellerini estetik ile kurdu. Estetik, ona göre o kadar önemliydi ki sanat, estetik uğruna yapılmalıydı. Sanat denen şey muazzam bir güzellik ve eziyet yoluydu, ama hayatın anlamı da sanattı.

Ruhuna işlenen toplumsal düzen, görüş ve arzular aklını o kadar doldurmuştu ki günün birinde o da estetiğin baş savunucularından biri olmuştu.

Hala sevginin rengarenk yelpazesine inanıyordu ama Oscar Wilde, o zehirli kısır döngünün içinde diğer tüm sarhoş ruhlu insanlar gibi kaybolmuştu. İnsanlar sarhoş ruhluydu, dünyaya ne için geldiğini bilmeyen, önemli olan kendini tanımak değil diğerleriyle tanışmak olduğuna inanan ağmalar gibiydiler. Eskiden de şimdi de.

En güzelin kutsallığına inanarak eserler yazdı. En güzel ve en hayran olunasının arzusuyla diğer sarhoş ruhlar gibi yandı tutuştu.

Ama O da, sonunda kısır döngüdeki diğer herkes gibi tamamlanamadan öldü. İronik şekilde, en güzeli arayan sanatçıyken bu dünyanın çirkinleri görülen fakirlik, yalnızlık, kir ve sefalet ile yaşama veda etti.

Bu dünyaya “tamamlanmak” üzere gelen ve getirilen herkes gibi, kendini bulamadan öldü.



-x portrait 26.09.2021 

29 Ocak 2018 Pazartesi

Kayıp Düşler Ülkesi: Zührenin Manifestosu



kayıp düşler ülkesi: zührenin manifestosu,,:
 Ben bu çağın kusuruyum, Adım Zühre, dut ağacının altında oturmaktayım Yoruldum biraz, tarladan yeni geldim Elimde bir çubuk, toprağı ...